15 Ekim 2014 Çarşamba

Denge konusunda(1) - Çalışmak ve köleleşmek hakkında

Her gün 15 saat çalışmak ?  Bedeninizi emek kölesi haline getirmek veyahut sevmediğiniz işlerde çalışmak, sevmediğiniz size ait olmayan günleri yaşamak , tanıdık ve aynı zamanda distopik değil mi?

Bugün sistem para üzerine kurulu, salt emeğinizi, bilginizi veya fikrinizi satıyorsunuz, karşılığında dönen çarklardan pay almaya başlıyorsunuz. Başka türlü 'geçinmenizin' yolu yok. tüm bu eylemler emek vasıtasıyla gerçekleşiyor ve hayatınızdan belli bölümleri tüketiyor. 
Örneğin, bir çok kişinin imrenerek baktığı memurların iş saatine baktığımızda 8-5 lik yani yaklaşık 9 saatlik bir çizelge görürüz.  Elbette bu insanlara imrenerek bakanlar olduğu kadar, 'köle' olarak nitelendirenler de mevcut. Sistem kölesi, sıradan basit insanlar , esirler gibi nitelemeler yakıştırılabiliyor.

Değindiğim üzere, bugün aç kalmamak için zamanımızı ve emeğimizi kiralamak veya kullanmak durumundayız hepimiz. Bu durumun istisnası yok. Elbette hayatında yokluk görmemiş, paranın otomatik olarak bankamatik kartlara yüklenmesine alışmış insanlara bu durumu anlatmak görece zor olsa da bu gerçekliğin herkes tarafından bilindiği kesin. Bu bağlamda ilk olarak, çalışmak zorunda mıyız?  Evet. Peki çalışmak demek, köle olmak demek midir?  Köle olup olmamanın ölçütü nedir?

Kişinin elinde olan bazı seçimler vardır.İsmi,cinsiyeti, göz rengi veya zekasını kendisi belirleyemese de , genellikle herkes eğitimini, mesleğini belirleyebilir. Bazısı için bu daha zor olsa da imkanlıdır.
Fırsat eşitliği diye bir kavramı unutmuş vaziyette olsak dahi, biraz daha fazla çabalamayla eğitim ve meslek gibi hayatımıza yön verecek şeyleri kendimiz seçip oluşturabiliriz.
Evet, elbette bazısı özel ders alamayıp günde 1 saat yerine 2 saat ders çalışmak zorunda kalacak,elbette bazılarımız üniversite yıllarında part-time çalışmak zorunda kalacak ama hayat zaten böyle bir şey. Daha en başta adıını bile kendin seçemediğin bir yere merhaba diyorsun ve herkes için aynı şartları bekliyorsun. Bu durumun bugün ki sistemle de alakası yok, insanlığın ilk çağlarından beri süregelen bu eşitsizlik , hayatın bir parçası, hayat denilen olgunun süregelme biçimi zaten. Ammavelakin, bizler 'modern'çağ insanları olarak altın tepsilerde olmasa da önümüze sunulan fırsatları gerektiği kadar değerlendirirsek, var olan bu eşitsizliğin üstesinden gelmemiz işten bile değil.
Evet, lise yıllarında 1 saat daha fazla ders çalıştın diyelim. Ne fark eder? Bunun sana kaybettireceği şey nedir? Ortalama tv izleme süresinin kişi başı 4 -5 saati geçtiği bir ülkede kimsenin ben 1 saat daha fazla ders çalışmak zorunda kalıyorum bu mu adalet demeye hakkı yoktur bence. Meslek kısmına öğrenci yazıyorsan, adaletsizlikten şikayetçiysen ve  güzel yaşamak istiyorsan,çalışacaksın arkadaşım. Adaletsizliğin kaynağı olarak gösterdiğin varlıklı insanların anne-babası , senin anne babandan daha çok çalıştığı veya daha çok risk aldığı için bugün sen sana göre adaletsiz bir konumdasın çünkü. Yani büyük resimde, bu bağlamda adaletsiz bir durum yok kanımca,kimse günde 1 saat fazlaca çalıştı diye sistem kölesi olmuş olmuyor.

Adalet kısmını geçtikten sonra, bugün hemen herkes üniversite okuyabiliyor. Üniversiteler zaten yapıları gereği insanlara fırsatlar sunmakla beraber, gerek bazı devlet kurumları,gerekse esnetilebilen ders saatlerinden mütevellit part-time iş olanağı sayesinde üniversite okumak kişinin kendi elinde kalıyor. Burada geniş bir parantez açmak gerekirse, insanlığın ilk varoluş zamanlarında bile insanlar çalışmak zorundaydı. 24 saatlik bir günün belki yarısından fazlası avcılık ve toplayacılıkla geçiyordu. Kalan süre ise uyumak ve çoğalmak için. İlerleyen dönemlerde de hayatın merkezinde daima iş olmuştur. Roma döneminde yargıçlar günün hangi saatinde olursa olsun önlerine gelen işi çözmek zorundaydı. Senato sorumluluğu gereği  hem kendi üyelerine hem topluma geniş çalışma saatleri yüklüyordu. Mısır döneminde insanlar ortalama 17 saat çalışmak zorundaydı. Hatta biraz düşündüğümüz zaman, o zaman tüccarların yılın büyük bir bölümünü yollarda kervanlarla geçirdiğini hatırlarız. TÜM bunlardan hareketle, çalışmak zaten ilk andan beri bir zorunluluktu. Sonradan ortaya çıkan ve bugün kapitalist sistemin bize dayattığı bir şey değil. Öyle ki komünist sistemde işçiler her gün karın tokluğuna hiç bir ilerleme ve hayat standardında iyileşme motivasyonu olmadan saatlerce çalışıyordu. Yani çalışmak, hayatın zaten kendiliğinde barındırdığı bir şey. Dayatılan ve kölelik olarak düşünülen bir şey değil. Elbette 'DENGE' koşuluyla.
Yani, üniversite döneminde olsa bile, daha iyi bir gelecek motivasyonu ile günde birkaç saat çalışmak kimseyi yine köle yapmaaz. Kölelik, başkasının isteklerini koşulsuz şartsız yerine getirme, irade sahibi dahi olamama durumudur ki, denge unsuru işin içine girdiğinde, insanın aslında parasız kaldığında sistem kölesi olduğunu ortaya koyabiliriz.

Bu bağlamda , esas konumuz olan denge konusuna dönecek olursak, en başta elbette terazinin temel şartı sevdiğin işi yapmak. Bunun yolu da bunun eğitimini almaktan geçer. İnsanın kendisini özgürleştirmesinin en birinci koşulu sevmediği bir işi yapmamasıdır. Sevmediğin bir işte 1 saat dahi çalışacak olmak insanı kısıtlar, gününün kötü geçmesine neden olur . Eğitim konusundaki düşüncelere paralel olarak sevdiğin işte çalışmanın özgürleştirme konusunda ki yapılabilecek en önemli şey olduğuna bir daha vurgu yapıp konuyu detaylandırmak istiyorum.

Evet sevdiğimiz işte çalışıyoruz peki ya ne kadar çalışıyoruz? İnsan doğası gereği dinlenmek, film izlemek, gezmek ,uyumak, kısacası kendisine zaman ayırmak ister. Hatta bunun için çalışıyorum diyenler bile vardır. Kaliteli bir yaşam demek, sevdiğin işi yapıp kendine de zaman ayırabilmek demektir. Aksi takdirde eğer bir haftasonu kaçamağı yapacak vaktiniz dahi olmuyorsa köleleşiyorsunuz demektir belkide. Vakit, kıymettir. İçinde bulunduğumuz şu çağda bana en insancıl gelen çalışma saati günde maksimum 8 saattir. Mümkünse bu 8 saattin belirli kısmı da gün içine yayılabilir şekilde olabilir. Haftasonu ise yılda birkaç istisna hariç kişiye kalmalıdır. Elbette kişinin sevdiği işe istediği kadar fazla yapma hakkı saklıdır, isterse günde 10 saat çalışsın, isteyerek yaptıktan sonra söze ne hacet? Ancak diğer türlü, sosyal hayata vakit kalması için 8 saat idealdir. Yani günde 12 saat , yol harici çalışmak cumartesi günleri ve istisnai de olsa pazarları da çalışmak köleliktir. Kendine vakit ayıramıyorsan, başka şeyler de isteyip gerçekleştirmeye vakit ve enerji bulamıyorsan sadece sistem için çalışırsın, özgürleşemezsin. Bana göre bu işin dengesi budur.

Burası işin basit kısmı. Peki ya maddiyat?  Çalışmayı sevmiyoruz ve sistem köleliği olarak görüyoruz diyelim. Çalışmadığımız zaman elimize para geçmez doğal olarak. Elimize para geçmezse peki, çok özgür bireyler olarak biz , istediğimiz bir yere gidebilir miyiz? Hayır. Haftasonu kaçamağı yapabilir miyiz? Hayır.  İstediğimiz yemeği yiyebilir miyiz? Hayır.
Hadi bunların bazıları lüks ve ihtiyaç duymayacağız istemeyeceğiz diyelim. Yeteri kadar gelirimiz olmadan kendimizi sisteme köle ederiz, başka da bir şey olmaz. Neden mi? Şöyle ki; toplu taşıma kullanmaktan hazzeden var mı içimizde? Saat 2'de evden çıktınız diyelim, o otobüsün saatini beklemek zorundasınız, otobüs gelince çok büyük ihtimalle ayakta gitmek zorundasınız, yazın klimasız kışın kalorifersiz yolculuk etmek zorundasınız, otobüsün in dediği yerde inmek zorundasınız,kalktığı yere kadar gitmek zorundasınız. Otobüsün bittiği saate kadar eve dönmek zorundasınız. Zorundasınız da zorundasınız yani. Bu şekilde, zamanınızı başkaları planlar, neyi kaça kadar yapabileceğinize başkaları kadar verir, başkaları sizin ne kadar yürümek zorunda olduğunuzu tayin eder vs. vs. .. Ancak gelen fırsatları değerlendirerek (eğitim gibi, ticaret gibi) belli bir çalışmayla hatta belki 8 saatten de az bir çalışmayla bir araba sahip olabilirsiniz. Böylece nerden kaçta dönmek zorunda olduğunuzu İETT 'de bir memur uykulu gözlerle rüyasından dönmüş vaziyette  belirlememiş olur.
Çalışmadım köle olmadım derken tam anlamıyla köleleşiverirsiniz böylece. Her bir şey yapmak istediğinizde eliniz cebinize gider, paranız yoksa bir sigara bile alamazsınız, su dahi içemezsiniz, insanların sizin için belirlediği koşullarda, en az maliyetle yaşamaya çalışırsınız.

Oysa diğer durumda, sevilen işte, insancıl bir zaman diliminde çalışırsanız, canınız ister, gece 2 de kahve içmeye sahile gidersiniz, haftasonu tatiline uçakla Antalya'ya gidersiniz,arabanızla evinizin kapısından hareket edip varacağınız yerin kapısının önünde inersiniz, canınız bir şey yemek ister, fiyatını çok dert etmeden yersiniz. Yani siz sisteme hükmetmeye başlarsınız.
Nihayetinde amaç mutlu olmak değil midir? Sevdiğiniz işte çalışıp istediğiniz şeyleri yapabiliyorken mutlu olmaz mısınız?
Herkesin uygar bir toplumdaki orta sınıf düzeyinde yaşama hakkı vardır. Bu yaşam düzeyi, bu ülkede bile bahsettiğim şartlarda mümkün. Nerde neyi niye yapacağının farkına vardıktan sonra, kölelikten uzak bir yaşam sürmek işten bile değil.

Kazanç dengesi ise bir diğer konu. Ben herkesin orta sınıf bir yaşamı hakettiğini söylerken tüm dengeleri de bunun üzerine kuruyorum. Bugün hemen her gelişmiş ve gelişmekte olan toplumda, severek yapılabilecek orta düzey bir gelir elde edilebilecek meslekler mevcut iyi bir eğitimden geçmek koşulu ile.  Bu orta sınıf yaşamdan fazlasını istemek ise elbette insani bir durumdur ancak burada dengeler bozulabilir.

Daha fazlası için, daha fazlası gerekir. İşte o zaman , riskler artar, saatler artar, kaliteli zamanlar azalır, eşyalara sahip olunmaz,  eşyalara ait olunmaya başlar vs..  Elbette 8 saat çalışıp az eforla Villa'larda oturabileceğiniz fırsatlarda sunabilir hayat ancak bu epey istisnai bir durum olduğundan üzerinde durmuyorum.

Denge dediğimiz şey de zaten insancıl yaşam için tutturulması gereken bir orandan ibaret bence. Çalışmak zorunda mıyız ? Evet. Ama sevdiğimiz işte çalışıp bu vakitleri zevk alınan vakitlere dönüştürebiliriz. Kişisel  arzularımız var mı ? Evet. Ama işimizi  uygun seçip erkenden köşeyi dönme gibi 80'lerin yankee döneminden kalma hırslardan uzak olarak bu arzularımızı da gerçekleştirebiliriz.
Gelir zaten olacaktır. Hiç bir iş saati harcamadan da biraz ek gelir sağlayabileceğiniz döviz,faiz,altın,fonlar gibi imkanlarda mevcut. Orta sınıf bir hayatın sizden istediği gelire istediğiniz işte sahip olamıyorsanız bu fırsatlardan yararlanmak ne güne duruyor? Bu durum da dengenin bir parçası, terazinin bir kefesi tam olmamışsa bir tutam daha eklemek.

Epeyce kişisel gelişim yazıları gibi oldu ancak bu denge mevzusu gerçekten çok önemli bir mevzu.

Hayat adaletsiz deyip köşeye çekilip gökten adalet yağmasını bekleyerekte, çalışma hırsına bürünüp ne istediğini unutarakta denge tutturulmuyor. Akıl ve farkındalık işi olan bu olgu, herkesin kendi hayatının ve kişiliğinin şartlarına göre oluşturması gereken bir harmandan ibaret aslında.








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder